16 Mart 2015 Pazartesi

Der Blaue Reiter

Der Blaue Reiter (Mavi Süvari), Vassily Kandinsky ve Franz Marc'ın 1911'de Almanya'nın Münih şehrinde kurduğu ressamlar birliği. Kandinsky ve Marc 1912'de, içinde plastik sanatlara ve müziğe yer verdikleri Der Blaue Reiter (Mavi Süvari) adında bir almanak yayınladılar ve iki sergi düzenlediler. Daha sonra Gabrielle Münter, Alexej Jawlensky, Marianne von Werefkin, Alfred Kubin, Paul Klee, Arnold Schönberg'in de katıldığı Mavi Süvari grubunun bildirgesi, dönemin entelektüel ortamında oldukça yankı uyandırdı. Sanatçılar yeni bir tinsel çağı haber verdiler. Bildirgede on dört ana makale vardı. Bu metinlerde Kandinsky ilk kez sanatçının doğayı kavraması ve saf estetik birliğe yönelmesindeki yegane aracı olarak gördüğü "içsel gereklilik"ten bahsetti. 1905'de kurulan Die Brücke (Köprü) adlı ressamlar birliği gibi, Mavi Süvari stili realizm, naturalizm ve izlenimciliğe karşıydı. Der Blaue Reiter'in 1912'de Münchner Galerie Thannhäuser'da yaptıkları sergiden sonra kendilerini uluslararası duyurmayı başardılar. Bunun üzerine Heinrich Campendonk, Robert Delauney ve Lionel Feininger bu guruba katıldılar.


Fütürizm

20. yüzyılın başlarında İtalya'da ortaya çıkmış bir sanat akımıdır. İtalya'da ortaya çıkan bu akım, daha sonra tüm Avrupa'ya yayılmıştır. Fütürizm, modern yaşantının verdiği heyecanlardan doğan bir edebiyat akımıdır, yenileşmenin tüm olanaklarına açılan bir yönelmedir. Sanatta sürekliliği, değişkenliği, hareketliliği savunan bir akım olarak da bilinir.
Bu akımın öncüsü İtalyan şair, romancı, oyun yazarı ve yayın yönetmeni Filippo Tommaso Marinetti'dir. Marinetti'nin 1909 da Paris'te "Le Figaro" gazetesinde yayımladığı "manifesto futurisita" (Fütürizm Bildirisi), fütürizmin bildirişidir. Bildiride, "Bizler müzeleri, kütüphaneleri yerle bir edip ahlakçılık gibi bütün yararcı korkaklıklarla savaşacağız.' ifadeleri yer almaktadır. Bu, geçmişin bütünüyle reddi anlamına gelmektedir. Aynı bildiride. "Biz dünyadaki gerçekten sağlıklı tek şeyi, yani savaşa ve ölüme götüren güzel düşünceleri yüceltiyoruz." sözleri, siyasal alanda o dönemde gelişen faşizmden yana bir tavrın da açık göstergesi olmuştur. Süratin (hızın) üstünlüğünü iddia ve ilan eden Marinetti, bir yarış arabasının, Yunan heykelinden daha güzel olduğunu belirtmiştir.

Fütürizmin Akımının Özellikleri
-Edebiyatın durgunluktan ve uyuşukluktan kurtulması gerektiğine inanan futüristler, savaş, kavga gibi saldırgan hareketleri içeren konuları ele alırlar.
-Evrenin hareketi ve canlılığı, resimde dinamik bir duyurma hâlinde verilmelidir.
-Hızın, süratin güzelliği vurgulanarak uçaklara, arabalara, trenlere övgüler yağdırılır.
-Eserlerinde mantıklı cümleler kurmayı reddeden fütüristlerin parolası, "sözcüklere özgürlük"tür.
-Şiirde geleneksel kurallar terk edilir. Ölçü ve uyaktan vazgeçilir, şiir yazarken özgürce davranılır. Bu yüzden fütürizmde serbest tarzda yazılan şiirler ön plana çıkar.
-Fütüristlere göre sanat tarihçileri faydasız, hatta zararlıdır; onlara aldırmamak gerekir.

Fütürizmin Temsilcileri
-Marinetti
-Mayakovski


VLADİMİR MAYAKOVSKİ

7 ya da 19 Temmuz (Ne annesi, ne babası, ne de kendisi tam olarak biliyor.) 1893'te Gürcistan'ın Kutais kentinden 20 verst uzaklıktaki Bağdadi köyünde doğdu. Babası Vladimir Konstantinoviç Mayakovski Bağdadi bölgesi orman işçisi idi ve Luda ve Olya adında iki kız kardeşi vardı. Kızkardeşi Luda'nın anılarına göre, aile, Gürcü geleneklerine bağlı bir hayat yaşayan ancak Rusça'yı da korumaya özen gösteren mutlu bir ailedir. Aile bir süre sonra Kutais kentine taşınır ve Mayakovski burada 1900 yılı sonunda Kutais Lisesi'ne gitmeye başlar. Okulda çok başarılıdır, hatta okulun en iyisidir. Bu dönemde kurmaca romanları özellikle de Jules Verne'i çok sever. Öğretmeni onu bir sanatçı olarak kabul edip onunla özel olarak ilgilenmeye, dersler vermeye başlar.Mayokovski bu dönemde politikaya da ilgi duymaya başlar. 1905 başarısız devrim girişimi sırasında kızkardeşi gizlice Moskova'ya gider ve onu devrim ile tanıştıracak bazı belgeler getirir. Bu sıralarda Kutais de Bolşevik Partisi'nin yeraltı eylemlerinin merkezlerinden biri olmuştur. Bu dönemden sonra şiir ve devrim onun için bölünmez bir bütün haline gelir. Bir süre sonra babası kesik parmağından kaptığı bir enfeksiyonsonucu ölür.

Die Brücke

Die Brücke  Dresden'de 1905'te kurulan Alman dışavurumcu sanat topluluğu. Kurucu üyeleri; Fritz BleylErich HeckelErnst Ludwig Kirchner ve Karl Schmidt-Rottluff olan topluluğa sonradan katılanlar ise; Emil NoldeMax Pechstein ve Otto Mueller'dir. Bu akım, sanatla yaşam arasında bir yakınlık kurmayı amaçlar. 20. yüzyılda ortaya çıkan modern sanatın gelecekteki gelişmelerine temel oluşturan bu akım, dışavurumculuk akımını yaratmıştır.

Erich Heckel (31 Temmuz 1883, DöbelnAlmanya-27 Ocak 1970, Radolfzell, Almanya)
 Alman dışavurumcu ressamheykelci ve özgün baskı sanatçısı. Özellikle çıplak figürleri ve manzara resimleriyle tanınır.
1904'te Dresden'de mimarlık öğrenimi görürken tanıştığı Karl Schmidt-RottluffFritz Bleyl ve Ernst Ludwig Kirchner ile birlikte 1905'te Die Brücke (köprü) grubunu kurdu. İlk yapıtları van Gogh'a duyduğu hayranlığı yansıtır. 1911'de Berlin'e yerleştikten sonra biçimci resimsel kompozisyonlara yöneldi. Bununla birlikte renk kullanımı ve çarpıtılmış mekân betimlemeleri aracılığıyla çarpıcı görüntüler yaratmayı başardı. "Göl Kıyısındaki Kadınlar" (1913; Wilhelm-Lehmbruck MüzesiDuisburg, Almanya) adlı resmi gelecekçi ressamların kırılmış ışıklarla sağladıkları geçici etkilerin izlerini yansıtır.
Afrika heykeline duyduğu ilgiyi en iyi yansıtan örnekler arasında "Uyuyan Siyah Kadın" (1908: Schlafende Negerin) gibi ağaç oymalarıyla "Çömelen Kız" (1912; Sanatçının Koleksiyonu, Hemmenhofen, Almanya) adlı ahşap heykel sayılabilir.
I. Dünya Savaşı'nda sıhhiye olarak görev yapan Heckel'in savaş öncesi yapıtlarının büyük bölümü kaybolmuştur. 1920'den sonraki resimlerinde daha çok genel beğeniye dönük bir üslup görülür. Gene de yapıtları Nazilerce "yoz" olarak nitelendi (1937). II. Dünya Savaşı'ndan sonra emekli olana değin Karlsruhe'deki Sanat Akademisi'nde ders verdi (1949-56). 1963'te MünihBerlin ve Stuttgart'ta adına toplu bir sergi düzenlendi.


Les Fauves(Fovizm)

Fovizm1898-1908 yılları arasında Henri Matisse tarafından Fransa'da geliştirilen bir sanat akımıdır. En önemli özelliği, tüpten çıkmış gibi çiğ ve bağıran renklerin doğrudan kullanımıdır. Matisse, Derain ve Vlaminck'in Paris'te açtıkları bir sergide ilk kez duyulmuştur. 1905 yılında gerçekleşen bu sergi, modern resme birçok katkıda bulunmuştur. Sergiye gelenler daha önce hiç karşılaşmadıkları bir anlatımla karşılaşmışlardır. Tuval üzerine sürülmüş doğrudan renkler, bozuk perspektif gelenleri şaşırtmıştır. Sergide bulunan ünlü eleştirmen Louis Vauxcelles bu gruba "Les fauves" (vahşi hayvanlar) olarak hitap etmiştir. Akım adını buradan alır. Fovizm'de görsellik ön plandadır.
Vincent van Gogh ve Paul Cezanne'dan, Seurat'ın Puantilizm'inden etkilenmişlerdir. Noktalarla boyama stili, yerini; düz motifler halinde özgürce uygulanan, çarpıcı saf renklere, geniş kesik fırça darbelerine bırakmış olsa da renk uyumu merkezli bir akım olmuştur.
Derain'in "Renk için Renk" ideali böylece somutlaşmış, artık bir nesne kendi parlaklığını yaratabilirdi. Akımda ilham kaynağı olan önemli unsurlardan biri, Güney Fransa'daki Collioure şehridir.


Ekspresyonizm(Dışavurumculuk)

Doğanın olduğu gibi temsili yerine, duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl sanat akımıdır.
Bu akımı "insanların en gizli yönlerini açığa vuran bir anlatım" olarak açıklayabiliriz. Zaten "ekspresyon" Fransızcada "anlatım" anlamına gelmektedir. Ekspresyonizme göre şairin görevi dış dünyanın anlamsızlığına. ruhsuzluğuna süretii bir atılışla anlam kazandırmaktır. İyi bir sanatçı, bir nesneyi bütün somut ilişkilerinden ayırmak, onu çıplak ve yalnız olarak, bireysel zihnin katışıksız bir ürünü olarak incelemek durumundadır. Sanatçının kendi öz sezişini anlatım olarak adlandırılan ekspresyonizmi ilk olarak Almanlar kullanmıştır. I. Dünya Savaşı ndan sonra özellikle Alman resim ve sinemasında uygulanmıştır. Vincent Van Gogh bu akımın öncüsü kabul edilir. Herwarth Waiden, Strindberg de bu akımın temsilcilerindendir. Dışavurumculuk olarak da adlandırılan bu akım, empresyonizme kaşıdır. Empresyonizmde olduğu gibi dış dünyadaki izlenimleri aktarmak değil, insanın iç dünyasında doğan duyguları anlatmayı amaçlamıştır.

Ekspresyonizmin Akımının Özellikleri
-İnsanın iç dünyasına ait duygularını, yani ruhsal durumlarını anlatmak esastır.
-Ekspresyonistler, kendi iç dünyalarına yöneldiklerinden iç gözleme büyük önem vermişlerdir.
-Ekpresyonistler, bir nesneyi bütün somut ilişkilerinden ayırmak, onu çıplak ve yalnız olarak bireysel zihnin katışıksız bir ürünü olarak değerlendirmek istemişlerdir.
-Dış âlemin anlamsızlığına, ruh ve anlam kazandırmayı düşünmüşlerdir.
-Ekspresyonistler, sanatçının görevinin, insanın öz derinliğine inmek olduğunu ve özün kavranması için de aklın kontrolünde olmamak gerektiğini belirtmişlerdir.
-Bu edebiyat akımında çelişmelerin ruhsal durumu, bozguncu renkler, garip biçimlerle haykırışlar yer alır.
-Bozulmuş çizgi ve şekiller, abartı renkleri ile duygusal bir iz bırakmayı hedefler.
-Ekspresyonist bir sanat eserini yorumlarken çizgilerin, renklerin kullanımına dikkat edilmelidir. Sivri ve keskin çizgiler, kırmızı ve tonları öfkeyi ön plana çıkarırken, dairesel oluşumlar, mavi ve tonları daha çok sakinliği vurgular.

Ekspresyonizmin Temsilcileri
-O'Neil
-Kafka
-Eliot
-J. Joyce


FRANZ KAFKA
Franz Kafka,(d. 3 Temmuz 1883 – ö. 3 Haziran 1924) modern dünya edebiyatının ikonik ve özgün yazarlarından biridir. Temmuz 1883'te Prag’da ufak moda eşyalar satan bir dükkan işleten Hermann ve Julie Kafka'nın 6 çocuğunun ilki olarak dünyaya gelmiştir. İki erkek kardeşi daha bebekken ölmüştür. 3 kız kardeşi de kendinden uzun yaşamıştır. Hukuk okumuş, boş zamanlarında yazmaya başlamıştır. Yazıları, ilk olarak Betrachtung, 1912 yılından itibaren yayımlanmaya başlamıştır. Kafka'nın duygusal deneyimleri ve ailesiyle olan ilişkileri eserlerinde özellikle günlük ve mektuplarında ifade bulmuştur. Babaya Mektup'ta Kafka'nın bakış açısından babasıyla olan ilişkisi gözükmektedir. Hayatta olduğu süre içerisinde 7 kitap yazmıştır, bunların yanında 3 tamamlanmamış roman ve birçok mektup ve günlük bırakmıştır gerisinde. Kafka yakın arkadaşı Max Brod'dan öldüğünde tüm bu eserlerini yakmasını istemiştir. Max Brod'un Kafka'nın bu isteğini yerine getirmemesi sayesinde bugün bu eserleri okuma şansına sahibiz. Kafka tüm eserlerini Almanca yazmıştır. Kafka modernist yazar olarak görülmektedir. Eserlerinde suçözgürlük,yabancılaşma ve sorumluluk ayrıca otoriteye bireysel karşı koyma gibi temaları işlemiştir. Kafka’nın en tanınmış eserleri DavaŞatove Dönüşüm 'dür. Kafka 3 haziran 1924'te verem'den ölmüştür.

10 Mart 2015 Salı

Les Nabis

 “Dada” olarak da bilinir. Avrupa’nın bazı büyük kentlerinde de görülen Dadacılık ilk olarak 1915-16′da New York ve Zürich’te hemen hemen aynı zamanlarda ortaya çıkmıştır. Savaşın yarattığı karamsarlık ve umutsuzluk içinde geleceğe inançlarını tümüyle yitiren sanatçıların oluşturduğu bir akımdır. Her şeyin anlamsızlığını, gereksizliğini, vazgeçmişliği ve hiçliği vurgular. Bıkkınlık ve nefret duyguları içinde, yıkılanın yerine yapma isteği olmadan, olayların acı bir alayla ele alınmasıdır.

9 Mart 2015 Pazartesi

Sembolizm

Sembolizm; adı gerçekçilikle anılan tüm akımlara karşı büyük bir tepki niteliğindedir. 19. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan sembolizm yani simgecilik akımı edebiyat sanatının yanı sıra müzik ve resimde de kendisini göstermiştir. Fransız İhtilâli sonrası oluşan aydınlanma çağı, özgürlük ortamı sanatı da etkilemiştir. Sanatçılar bu dönemde eserlerinde aklı ön plana alarak hareket etmişlerdir. Somuta karşı büyük bir yöneliş bu dönemin en büyük özelliklerinden biridir. Bu şekilde sanatta meydana gelen gerçekçilik, pozitivizm fikirlerinin insanın ruh dünyasını sınırlandığını söyleyen sembolik sanatçılar, bu durumu reddederek insanın iç dünyasına, hislerine yönelmişlerdir.
Sembolistlere göre dış dünya her insan tarafından farklı algılanmaktadır. İşte sembolizmde bu algılanışın ifade edilme şeklidir. Dış dünya ve insan duyguları sembolist sanatçılar tarafından sembolik tabirlerle verilmektedir. Sembolizm, kendisini şiirde fazlaca göstermiş ve bir şiir akımı halini almıştır. Bu durumun nedeni olarak bireylerin hislerini anlatması hususunda en etkili türün şiir olması gösterilebilir. Sembolizmin ilkeleri Fransız şair Stéphane Mallarmé tarafından oluşturulmuştur. Ancak edebiyat dünyasında Charles Baudelaire’in ismi sembolizm ile özdeşleşmiştir. Yazdığı sembolik şiirler ülkemiz dâhil tüm dünya şairlerini etkilemiştir.
Sembolist Akımın Karakteristik Özellikleri

* Sembolizmde musiki büyük bir öneme sahiptir. Şiiri sessiz bir şarkı olarak tanımlayan sembolistler bu fikir ile şiirde ölçü ve uyak gibi biçimsel sınırları yok sayarlar. Şiirdeki ahengin ancak ve ancak özle biçim arasındaki muhteşem bir sentaks ile gerçekleşeceğini düşünen sembolistler, serbest nazım biçimlerini tercih etmişlerdir.
* •Şiiri fikirleri açıklama aracı olarak görmeyen sembolist şairler; “” Sanat sanat içindir”” anlayışına sahiptiler. Bu anlayışın da bir sonucu olarak sembolist sanatçılar toplumsal sorunlardan, politik fikirlerden uzak durmuşlardır.
• * Sembolistler kendilerinden önceki tüm şiir görüşlerine karşı çıkmaktadırlar. Mecazlarla dolu bir anlatım tarzına sahip olan sembolik şairler, oldukça kapalı bir üslup ile hareket etmektedirler.
• * Sembolist şiirlerde farklı bir atmosfer söz konusudur. Sembolik şiirlerde yalnızlık ve mutsuzluk, doğadaki bazı simgelerle verilmektedir. Şiirlerde büyük bir aydınlık yerine yarı aydınlık tasvirler, gün batımları yer almaktadır. Bu ruh hali ve daha birçok tasvir, sembolik şairler tarafından kapalı bir anlatım biçimi ile okuyucuya sunulmuştur.

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, 1799’da Moskova’da doğmuştur. Babası Sergey Lvoviç, soylu bir ailenin ilk çocuğudur. Annesi Nadejda Osipovna Hannibal’in dedesi Etiyopya'lı Hannibal’in Rus Çarı I. Petro’nun vaftiz çocuğudur. Puşkin soylu bir ailenin üyesidir. Annesi ve babası eğitimli insanlardır. Puşkin, ilk bilgilerini yabancı eğitmenlerden edinmiştir. Henüz sekiz yaşındayken Fransızca Rusça bilmektedir. On bir yaşına geldiğinde ise özgürlükçü ve alaycı yazarlarını beğendiği Fransız Edebiyatı’ndan etkilenerek Fransızca şiirler ve komediler yazmaya başlamıştır.
Döneminin tanınmış şair ve yazarları, Puşkin’in evine gelip gidenler arasındadır. Ancak hiçbiri onu kendisine Rus masallarını anlatan, eski Rus türkülerini söyleyen dadısı kadar etkilememiştir. Yaşlı dadısı Arina’nın anlattıkları, Puşkin’in çocukluk ruhunda önemli izler bıraktığı düşünülmektedir.

Neo Empresyonizm

 Yeni İzlenimcilik, sanat eleştirmeni Félix Fénéon tarafından ortaya atılmış bir sanat terimidir.Puantivizm olarak da bilinir. Terim 19. yüzyılın son dönemlerinde ortaya çıkmış Fransız akımı tanımlamakta kullanılır. Bu akım pointilist tekniklerin kullanımı, izlenimciliği özellikle şekil bazında daha netleştirmek gibi özelliklere sahiptir. Bu akımın öncü sanatçıları, Georges Seurat ve Paul Signac'tır. Empresyonist görüşlerin etkisinde kalması sebebiyle bu akımın devamı sayılmaktadır.
 Yeni İzlenimcilik renk tonlarını noktalar halinde ayrıştırarak resim yapma tekniğidir. 19. yüzyılda ressamların tuval yüzeyine küçük noktalar halinde uyguladıkları renkler seyrederken göz tarafından kaynaştırılarak farklı renk algıları oluşturulur. Puantistler, bir bakıma bilimsel yöntemle renk karışımı uygulamışlardır. Renklerin yan yana geldiğinde oluşan etkileri araştıran bir akımdır.
1886'da Empresyonizm'den esinlenen yeni bir sanat kuramı ortaya atıldı. “Neo-Empreyonist” harekete mensup bu sanatçılar grubu, Monet ve arkadaşlarının kuramlarını reddetmiyorlardı. Tersine, Empresyonizm'in bıraktığı yerden devam etmek istiyorlardı. Bununla birlikte onların resimdeki rastlantısal tutumlarını ve salt içgüdüsel sanat anlayışlarını bütünüyle kabul etmiyorlardı.
Neo-Empresyonistler, kesin kurallardan ve ilkelerden kurulu akla dayanan bir yöntemi savundular. Tam anlamıyla yenilikçi olmalarına rağmen, geleneksel olana inanıyorlardı ve Delacroix'den kuvvetle etkilenmişlerdi. Kuramlarının sözcüsü olan Signac, 1899'da La Revise Blanche'da çıkan“D' Eugéné Delacroix au Néo-Impressionisme” adlı makalesinde, bu yeni akımın kaynaklarının, amaçlarının ve ilkelerinin açık bir dökümünü yapmıştır. Signac, makalesinde iki sözcüğü birbiriyle kıyaslamaktadır. Bunlar, gerçek bir sanat kuramı olan “divisionnisme” (bölmecilik) ile, az veya çok Bizans mozaiklerinden esinlenmiş bir teknik olan “pointillisme” (noktacılık)dır.
Seurat, bu yeni sorunu, sanki bir matematik denklemiymiş gibi göğüslemeye hazırlanıyordu. Empresyonistlerin yöntemlerinden yola çıkarak, renk teorisini inceledi ve tablolarını, saf renklerden, aynı boya fırça vuruşlarını kullanarak, bir mozaik gibi boyamaya karar verdi. Bu yolla, renklerin gözde (daha doğrusu beyinde), yoğunluk ve parlaklıklarını yitirmeksizin kaynaşabileceklerini umuyordu. Seurat, kendi tekniğinin karmaşıklığını gidermek için, kullandığı biçimleri, Cézanne'ın düşündüğünden bile daha aşırı bir şekilde basitleştirmek zorunda kaldı. Seurat'ın dikey ve yatay çizgileri vurgulama yönteminde Mısırlı sanatçıları andıran bir şeyler vardı. Bu vurgulama yöntemi, aslına bağlı verilmiş olan doğal görünümlerden uzaklaştırılmış, belirli bir ifade taşıyan ilginç desenler üzerinde araştırma yapmaya yönlendirilmiştir .

Seurat'ın resimleri gittikçe mekan yönünden sığlaştı ve çok yüzeyci bir nitelik kazandı. Son resimlerden biri olan “Sirk” adlı tablosunda bu çok belirgindi. Resimde düzlüğü belirtmek için Seurat, elinden geleni yapıyordu. Figürleri modle etmiyor ve çizgi perspektifi kullanmıyordu. Seyircinin bu resim karşısında gözü aşağı yukarı doğru gezinir. Bu özellik Seurat'a resimsel konstrüksiyonu matematiksel bir kesinlikle kurmayı sağlamıştı. Göze en uyumlu gelen ölçüleri de kullanıyordu .

Yüzyıllar boyu geometrik amaçlı merkezi perspektifin yanında yer alan renk ve hava perspektifleri öncelikle ışık olgusunu üstlenmişlerdir. Ne var ki, başta dinsel olmak üzere, kendisi dışındaki çeşitli içeriklerin hizmetinde yer alan ışığın bağımsızlığını kazanması oldukça uzun bir süre almıştır. Bu bağlamda ışığın etkisi ve optik yasalar üzerindeki araştırmaların tutarlı bir kurama göre sanatsal biçime dönüşmesi yeni-izlenimciliğin armağanıdır bize; çünkü Seurat'ın öncü olduğu bu akımda nesnelerin oylumu ve rengi için gereken çizgi ile palete karıştırılan renkler geçerliliğini yitirmiştir artık. Bir başka deyişle, yani izlenimciliğin öngördüğü yolda çizilen renkli yüzeylere kadar ışıklı veya gölgeli bölümlerin tümü tek tek renkli noktalar toplamına indirgenmiş olup, taştan havaya, ağaçtan suya kadar hemen her şey kendi özdeksel varlığından soyutlanarak muayyen bir görünüş biçimine uyarlanmıştır şimdi. Belli bir uzaklıktan bakıldığında mekan ve figür yansımasına olanak veren bu biçem, aslında Rönesans'tan bu yana geçerli olan renk ve hava perspektifini geliştirmenin ötesinde, çok daha farklı bir oluşumu hazırlamıştır. Buna göre, resmin kendi gerçekliği adına, mekan ve yüzeyi parçalara ayıran yaklaşım, sanat tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır.

Gerçi bu gelişmenin, özellikleri sonuçları açısından değerlendirilmesinde herkesin aynı fikri paylaştığını ileri sürmek güçtür.

Georges Seurat

1859, 2 Aralık Paris'te doğdu.
1876 Chevreul‘un bulduğu renklerin eş zamanlı karşıtlığı yasalarını inceledi.
1879 izlenimcilerin 4. sergisini gördü ve yeni sanat gelişmelerine olan ilgisi arttı.
1881 Işık ve gölge ile biçimlenen figür, nesne ve manzaraların oluşturduğu karakalem çalışmalara yöneldi.
1883 Paris Salonu’na ressam Aman- Jean’ın Portresini gönderdi.
1884 yılında, 1833- 1884 yıllarında tamamladığı Asnières’de Yıkananlar Paris Salonu’na kabul edilmedi.
1884 yılında Redon, Signac, Henri- Edmond Cross ile ilk Bağımsızlar Salonu’nda sergi açtı.
1885 yılında Grandcamp’a giderek çeşitli deniz manzaraları üretti.
1886 yılında Honfleur’da çalıştı. Çoğu figürsüz olan bu manzaralarda, noktalama tekniği kullanarak ışık ve atmosfer etkilerini olağanüstü bir duyarlılıkla yansıtmıştır
1887 Paris Güzel Sanatlar Yüksekokulu’na (École Nationale Supérieure Des Beaux-Arts de Paris) girdi.
1887 - 1888 yıllarında Poz Veren Kadınlar'ı bitirdi.
1888 yazında Port-en Bessin’e giderek deniz manzaraları üretti.
1888 Le Chahut’u yaptı.
1890 - 1891 kışını ölümüne kadar tamamlayamadığı son resmi Sirk üzerinde geçirdi.
1891, 29 Mart günü difteri hastalığından öldü.

Empresyonizm

İzlenimcilik, Fransa'da 19. yüzyılın so­nunda ortaya çıkan bir resim akımıdır. İzle­nimci ressamlar, yaklaşık 200 yıldır resim sanatını yönlendiren kurallara ve kısıtlamala­ra karşı çıktılar.
Eskiden daha çok konusunu dinden ya da tarihten alan resimler yapılıyordu. İzlenimci­ler çeşitli konulara el attılar. Canlı renkler kullanarak yaptıkları resimlerde taptaze duy­gular ve pırıl pırıl bir dünya sergilediler.
Bunlar, bir görünümü ya da bir düşüncenin yarattığı izlenimleri anlatan resimlerdi. İzle­nimci ressamlar o andaki gerçekliği yakala­maya çalışıyordu. Bunda renk ve ışığın önemi büyüktü. O dönemin bilimsel bulguları, ren­gin nesneye ait bir şey olmadığını, ancak ondan yansıyan ışığın bir özelliği olduğunu ortaya çıkarmış, bu da renge bağımsızlık kazandırmıştı. İzlenimciler nesnelerin, doğa içindeki konumlarına, çevrelerindeki başka nesnelere, hava koşullarına ve günün değişik saatlerindeki durumlarına göre değişen görü­nüşlerini canlandırmaya çalıştılar. Stüdyo ye­rine açık havada çalışarak su, hava, insanlar, yapılar, Güneş ışığının etkisi altında nasıl görünüyorsa, öyle tuvale geçirildi. Kısa fırça darbeleriyle yapılan bu resimlerde bazen mo­zaiği andıran bir görünüm ortaya çıkıyordu.

İzlenimciler'in çoğu aynı konunun çeşitli koşullar altındaki durumunu işleyerek "resim dizileri" hazırladı. Sözgelimi kavak ağaçları­nın ya da nilüferlerin gündoğumundan, gün-batımına kadar saatten saate değişen farklı ışık koşullarındaki durumunu, renklerin, bi­çimlerin ve gölgelerin sürekli değişimini tuva­le geçirdiler.
İzlenimci ressamların ilk temsilcileri olan Claude Monet, Auguste Renoir, Alfred Sisley ve Frederic Bazille ilk sergilerini 1874'te Paris'te açtılar. Monet'nin bu sergide yer alan İzlenim: Gün Doğumu (1872) adlı yapıtı akıma adını verdi. Monet bütünüyle açık havada çalıştığı bu yapıtında, güneşin doğuşu­nu, ışığın su üzerindeki yansımalarını gördüğü andaki gibi parlak renklerle tuvaline yansıt­mıştı.
İzlenimcilik modern resim sanatındaki ilk büyük devrimci harekettir. İzlenimci yapıtla­rıyla ün kazanan Fransız ressamlar Edouard Manet, Edgar Degas, Camille Pissarro, Paul Cezanne ve Berthe Morisot da bulunuyordu. İzlenimciler başta Paris ve çevresi olmak üzere, Manş Denizi ve Kuzey Denizi kıyılarının, Sen Irmağı'nın iki yakasındaki küçük köylerin resimle­rini yaptılar. Bu resimlerin çoğu bugün dün­yanın en değerli sanat koleksiyonları arasın­dadır.İzlenimciler birlikte sekiz resim sergisi dü­zenlediler. Bunlardan, 1874'te fotoğrafçı Nadar'ın atölyesinde düzenlenen ilk sergiye 30, 1886'da düzenlenen sonuncu sergiye ise 17 sanatçı katıldı. 1880'lerin ortalarından sonra, kendi estetik anlayışları doğrultusunda, kişi­sel ve özgün üsluplarını geliştiren bazı ressam­lar, farklı eğilimler gösterdi. Renk ve ışık konusunda yeni teknikler geliştirildi. Geç İzlenimcilik olarak adlandırılan dönemin ön­de gelen adı Georges Seurat, saf renklerin palette karıştırılmadan, noktalar halinde yan yana getirildiği noktacılık (pointilizm) tekni­ğini benimsedi. Paul Cezanne, Vincent van Gogh ve Paul Gauguin, Geç İzlenimcilik izlerini taşıyan eşsiz güzellikte yapıtlar verdi­ler.
İzlenimcilik daha sonra müzik alanında da kendini gösterdi. İzlenimci olarak nitelenen besteciler arasında Claude Debussy ve Maurice Ravel sayılabilir.




Vincent Willem van Gogh 
 Hollandalı ard izlenimci ressam. Bazı resim ve eskizleri, dünyanın en tanınmış ve en pahalı eserleri arasında yer alır.
Van Gogh, gençliğini bir sanat simsarlığı firmasında çalışarak geçirmiş, kısa süren bir öğretmenlik deneyiminden sonra da Belçika'da fakir bir madenci kasabasında misyoner olmuştur. Resim kariyerine 1880'den sonra başlamıştır. Başlangıçta koyu ve kasvetli renklerle çalışan Van Gogh, Paris'te tanıştığı izlenimcilik ve yeni izlenimcilik akımlarının etkisiyle canlı renklere geçmiş; Güney Fransa'da geçirdiği süre zarfında da bugün yaygın olarak tanınan kendine özgü resim tarzını geliştirmiştir.
Van Gogh, ömrünün son on yılı boyunca yaklaşık 900 suluboya/yağlıboya resmi ve 1100 karakalem çalışma üretmiş, en meşhur eserlerini ise ömrünün son iki yılında yapmıştır. 1888'de ressam Paul Gauguin ile arkadaşlığının bozulması üzerine sol kulağının bir kısmını kesmiş, giderek kötüleşen ruhsal hastalığı sonucunda kendini göğsünden vurarak intihar etmiştir. Kimi sanat tarihçileri Gauguin ile yaptıkları hararetli bir tartışma sonucu Gauguin'in isteyerek ya da kendini gard amaçlı olarak Van Gogh'un kulağını kestiğini de iddia ederler.
Van Gogh, resim kariyeri boyunca kardeşi Theo'dan aldığı maddi destek sayesinde ayakta durabilmiştir. İki kardeşin arkadaşlığı, 1872'den itibaren birbirlerine yazdıkları mektuplarla belgelenmiştir. Van Gogh'un, Theo'ya yazdığı mektup sayısı 600'den fazla iken; Theo'nun, Van Gogh'a yazdığı sadece 40 mektup bulunabilmiştir.
20. yüzyıl sanatını ciddi şekilde etkilemiş olan Van Gogh, fovistlerin ilham kaynaklarından biridir ve Empresyonizmin öncülerinden kabul edilmektedir.